Yüreğin Pedagojisi, Paulo Freire’nin yaşamının sonlarında ele aldığı bir eserdir. Kitap, Türkçe’ye Özgür Orhangazi tarafından çevrilmiş ve 2014 yılında Ütopya yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Kitabın önsözü Prof. Dr. Ahmet Duman tarafından kaleme alınmıştır. Önsözde değinilen önemli noktalardan biri, Freire’nin eğitimin tarafsız olabileceğini imkansız olarak görmesidir. Eğitim ya insanların evcilleştirilerek var olan sessizlik kültürüne uyumun sağlayan bir araç ya da insanların özgürleşmesinde kendi gerçeklerine eleştirel bir yaklaşımla bakarak gerçekliği dönüştürmelerini sağlayacak bir özgürleşme pratiğidir.
Paulo Freire’nin çocukluğunu, sürgündeki yaşamını, devlete, ideolojiye, siyasete ve geleceğe yönelik düşüncelerini ele aldığı Yüreğin pedagojisi adlı kitabı Freire’nin okunması gereken yapıtları arasında yer alıyor. Freire’nin başyapıtı olarak kabul edilen ve eğitimin özgürleşmedeki rolünü ortaya koyduğu Ezilenlerin Pedagojisi kitabından farklı olarak Yüreğin Pedagojisi’nde Freire’nin yaşama ve geleceğe ilişkin birçok konuda düşüncelerini sohbet havası içinde görmekteyiz. Kitabın son kısmında Freire’nin ikinci eşi Ana Maria Araujo Freire’nin kitabın bağlamına ilişkin notları yer almaktadır.
Kitabı okurken cümlelerin uzunluğu ve bazı noktaların açık ifade edilmeyişi göze çarpmakta. Kitabın çevirisi daha sade ve anlaşılabilir bir dille yapılabilirdi. Çevirinin akıcılıktan uzak olmasının bir nedeni, kitabın orijinalinde ve İngilizce çevirisinde kullanılan uzun cümleler olabilir. Ancak buna rağmen, kitabın Türkçe çevirisinde kelimeler daha dikkatli seçilebilir ve daha anlaşılabilir ifadelerle bağlamın verilmesi sağlanabilirdi. Ayrıca bazı anahtar kelimeler (örneğin “life support” “yaşam desteği sistemi” olarak; “meddle” “oynaşmak” olarak çevrilmiştir) daha anlaşılabilir biçimde çevrilebilirdi. Bunlara rağmen daha önceden Freire’nin kavramlarına yabancı olmayan okurlar kitabın bağlamını takip etmekte zorlanmayacaklardır.
Yüreğin Pedagojisi Portekizce aslında “A sombra desta mangueria” (Bir mango ağacının gölgesi altında) olarak geçmektedir. Freire, mango ve diğer kuzeydoğu ağaçlarının altında kendisini kafası dinç ve daha yaratıcı hissettiği ve burada uzun zaman geçirdiği için kitap bu isimle anılmaktadır. Freire, kitap içerisinde bahçesindeki bir mango ağacının altında, yalnızlıktan umuda, dünyadaki siyasetten eğitime, yaşadığı sürgünden demokrasiye ve ideolojiden devlete kadar pek çok konuda düşüncelerini belirtmektedir. Mango ağacının altında yüreğinin sesine kulak verdiği için kitabın İngilizce baskısı Pedagogy of the Heart (Yüreğin Pedagojisi) olarak adlandırılmıştır. Freire’yi mango ağacının altına getiren arayış, buranın gölge ve rahatlatıcı olmasının yanı sıra dünyadan ve diğer insanlardan uzak olması, burada kendi kendine sorular sorması veya kendiyle konuşmasıdır. Freire, burada yaşadığı yalnızlığı olumlu bir deneyim olarak algılamaktadır . Bu yalnızlık, dostluğa duyduğu ihtiyacı anlamasını ve kendini daha iyi tanımasını ve “dünyada olmasını” sağlamaktadır.
Bu bağlamda Freire, sadece bir yaşam sürmek ile dünyada olmak arasındaki ayrıma dikkat çekmektedir. Bu iki kavram, aslında karşıt iki durumu ifade etmekte ve kitapta şu şekilde açıklanmaktadır: Sadece bir yaşam sürmek genellikle hayvanların yaşama uyum sağlama şeklidir. Sadece yaşam süren insanların yaptıkları şey dünyanın kurulu sosyal, tarihi ve kültürel bağlamına dahil olmaktır. Dünyada olmak ise yaşamı yeniden inşa etmeyi gerektirir. İnsanlar, ancak dünyayı anlayıp dönüştürmeye başladıklarında tam anlamıyla dünyada olabilirler. Bu da insanların dayanışma içerisinde hareket etmeleri, kendilerine ve dünyaya ilişkin bir bilinç geliştirmeleri ve dünyayla diyalektik bir ilişki içerisinde olmaları ile sağlanabilir. Freire, yaşamdaki kendi konumunu ise şu sözlerle ifade ediyor: “Ben yaşam destek sistemi içerisinde bir varlık değilim. Ben dünya içinde, dünyayla birlikte ve diğerleriyle birlikte bir varlığım. Bir şeyler yapan, bilen, ihmal eden, konuşan, korkan, risk alan, düş kuran, aşık olan, sinirlenen ve kendinden geçen bir varlık. Salt bir nesne olmayı ret eden bir varlığım” (s. 28).
Freire, insanların da kaderci bir anlayış içerisinde olmamalarını, kapasitelerini ve karar verme haklarını kullanabilmek için mücadele etmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca Freire, ilerici entelektüellerden geleceğin farklı bir biçimde olabileceğini halka anlatmaları gerektiğini ifade etmektedir. Hatta Freire’ye göre bu konuda devlete de büyük sorumluluk düşmektedir. “Devlet neo-liberallerin istediği kadar liberal olamaz. İlerici partilerin, iktisadi kalkınma ve devletin ölçeğinin sınırlandırılması yönünde kavga etmeleri gerekir. Devlet ne her şeye kadir bir varlık ne de iyi yaşayanların emrine uyan bir uşak olmalıdır. Hiçbir iktisadi kalkınma projesi, kadercilik adına tarihin kadın ve erkeklerini yok sayamaz” (s. 28,29).
Freire’nin sadece yaşamda yer almaması ve dünyanın aktif bir parçası olmasında yaşadığı çocukluğun önemli bir yeri vardır. Nitekim Freire, kendisinde, dünyaya ilişkin bir bilinçlilik oluşmasının öncelikle yaşadığı çevreden başladığını ifade etmekte. Yaşadığı evin arka bahçesi onun ilk dünyasını oluşturmaktaydı: “Mango ağaçları, dalları gölgeli zemine diz çöken mahun cevizleri, ekmek ağaçları (breadfruit trees) ve diğerleri. Bu değişik renkli, kokulu ve meyveli ağaçların sağladıkları mekan, şarkı söylemenin tadını çıkartan çeşitli kuşları çekiyordu” (s. 31).
Freire’nin doğayla iç içe geçirdiği çocukluğu; acı, açlık ve sefaletin olduğu yaşadığı şehir Recife; içerisinde birçok çeşitliliği barındıran ana vatanı Brezilya, onun aktif bir dünya yurttaşı olabilmesinde önemli bir yere sahiptir. Nitekim Brezilya, Freire’nin özgürlük düşünü taşımaktadır. Çünkü güzelliklerinin yanı sıra bu ülke, “milyonların açlığını, küçük düşüren yoksulluğu, katledilen çocukları, kurulu düzensizliği, dolandırıcılığı, her daim mevcut otoriterliği ve katlanan şiddeti” (s. 45) barındırmaktadır. Freire, bu dehşetlerden kurtulmuş Brezilya’yı düşlerinin ana vatanı olarak nitelendirmektedir. Bunun için içerisinde demokrasiye, özgürlüğe ve eleştirel eğitime dair büyük bir umut taşımaktadır. O’na göre, “Umut, insanlar için varoluşsal bir ihtiyaçtır.” (s. 39).
Her ne kadar kendisi özgürleşmeye ve geleceğe ilişkin güçlü bir umut taşışa da, insanlarda var olan kaderci anlayışın umudu yok ettiğine dikkat çekmektedir. Kadercilik, “kaçınılmazın karşısında hiçbir şey yapılamayacağı için kibarca boyun eğmeyi” (s. 38) gerektirir. Baskıcı bir ortam ve egemenlerin Tanrı’yı kendi amaçları için kullanması kaderciliği beslemektedir. Ancak Freire, egemen güçlerin eşit olmayan mücadelesine katkı sunduğu için kaderciliği kesin bir biçimde reddetmektedir. Çünkü o “açların durumlarının Tanrı’nın böyle istemesinden kaynaklanmadığını” (s. 40) ve “yoksulun kaderciliğinin, sadece ezenlere ve egemenlere” yarayacağını belirtmektedir (s. 103).
Kitap içerisinde yer alan önemli konulardan bir diğeri siyasettir. Freire, “sağın sınırı, neo liberaller ve ilericiler, demokratik yönetim, sollar ve sağ” başlıkları altında siyasete ilişkin görüşlerini ifade etmektedir. Freire bu noktada, Latin Amerika’daki sol partilerin sağa ve merkeze kaymasını tehlikeli görmektedir. Bazı kesimlere hoş görünmek amacıyla gerçekleştirilen bu dönüşümün her zaman sağ olarak kalacağını ifade etmektedir. Bu bağlamda Freire, solcu partilere düşen görevi şöyle ifade etmektedir: “Demokrasiye geçerken ve kitle partileri olmaktan çıkarken solcu partiler, tam anlamıyla pedagojik araçlar olmalıdırlar. Kendi zamanlarının taleplerine cevap vermeli ve küstürülmüş ve kendine bağlı kalanlarla iletişim kanallarını açık tutmalıdır. Solcu partiler esas görevleri olan eleştirel eğitimden vazgeçmemelidirler” (s.48).
Freire’nin sol partilere diğer bir eleştirisi kendi aralarında bölünmüşlük içerisinde olmaları ve ortak bir amaç etrafında bir araya gelememeleridir. Sağ partiler ise tehlike karşısında kolayca birleşebilmektedir. Nitekim Freire sol partilerden “sollar” sağ partilerden ise “sağ” olarak bahsetmektedir. Solcu partilerden yüzeysel farklılıklarının üstesinden gelip ortak kimliklerini temel almaları, halkla diyaloğa girebilecek bir dil kullanmaları, farklı düşüncelere hoşgörüyle yaklaşmaları, önyargılarından kurtulmaları ve bürokratik bir söylem üretmek yerine dayanışma için mücadele etmeleri beklenmektedir. Freire’ye göre toplumun dönüştürülmesi ve özgürleşebilmesi için: “Güç yapılarının radikal bir biçimde değiştirilmesi gereklidir. Ancak kimse bunu tek başına yapamaz. Hiçbir siyasi parti bunu tek başına yapamaz. Sadece belirli ana ilkeler üzerinde anlaşan güçler, her ne kadar yüzeysel farklılıkları olsa da, ihtiyaç duyulan değişiklik için birleşebilirler” (s. 79).
Kitapta farklı başlıklar altında Freire’nin eğitime ilişkin görüşlerini de görebiliyoruz. Freire, eğitimin yalnızca “kelimeyi ve metni okumayı” değil aynı zamanda “bağlamı ve dünyayı okumayı” kapsaması gerektiğinin altını çizmektedir (s. 39). Egemen sınıflar eğitimi teknik bir eyleme dönüştürüp politik alanın dışına itmektedirler. Ancak Freire’ye göre eğitim politik bir eylemdir. Freire eğitimin “teknik, bilimsel ve profesyonel gelişmeye ihtiyacı olduğu kadar düşlere ve ütopyalara da ihtiyacı olduğunu” (s. 38) belirtmektedir. Egemen sınıflar, çıkarları doğrultusunda teknik bir öğretimi savunmaktadırlar. Benzer şekilde, neo liberal bakış açısı ile birlikte öğretim pratiği sadece tekniğin veya içeriğin öğretilmesine indirgenmektedir. Buna karşın “öğretim, gerçekliğin eleştirel anlayışının araştırılmasını sağlamalı” (s. 40) ve “öğrencilere merakın önemini vurgulamalıdır” (s. 95).
Freire bu kitapta Ezilenlerin Pedagojisinde de vurguladığı gibi eğitime bir özgürleşme pratiği olarak bakmaktadır. Ayrıca eğitim ve okul, demokratik yönetimin sağlanabilmesinde önemli görülmektedir. Bu doğrultuda Freire, Brezilya’da eğitim bakanı olduğu dönemde kamu okullarını daha az elitist, daha az otoriter ve daha demokratik hale getirmiş, profesyonel gelişim alanında çalışmalar yürütmüş, yetişkin okuma yazma öğrencileri için konferanslar düzenlemiştir.
Kısacası Freire, Yüreğin Pedagojisi adlı kitabında kendi yaşamından yola çıkarak bizi umuda ve ütopyalara doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Eğitimi, eleştiriyi, dönüştürmeyi, olabilirlik dilini, özgürlüğü, mücadeleyi, bilinçlenmeyi ve dünyayı okumayı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Neo liberallerin, kapitalizmin, baskıcı egemenlik anlayışının ve içeriğin öğretilmesine dayanan eğitimin karşısında dimdik duruyor . En önemlisi şu anlayışa karşı çıkıyor: “Her şey olduğu gibidir, çünkü başka türlü olmazdı” (s. 87). O’na göre dünyayı değiştirmek, onu değiştirmek istemekle başlıyor.
İbrahim ÇOLAK, 2018, Muğla